Film Yazısı: Suffragette – Diren! – 2016


Direne direne kazanan kadınlar.


Bazen bir filmi izlemeniz için konusu etkili olur bazen sevdiğiniz bir oyuncu vardır. Bazen de bir serinin devamıdır ya da ilginizi çeken türüdür. Hatta öyle ki başlık bile yeter izlemenize. Carey Mulligan’ı ilk defa Doctor Who’da izlemiştim. Eh üzerinden 9 yıla yakın zaman geçmiş. Mesela bu filmi izlemek için bir sebepti benim adıma. 2010’da gelen An Education Oscar ve Altın Küre Adaylıklarıyla Mulligan performansını arttırdı.

“Suffragette – Diren!” filmi, Mulligan’ın oyunculuğunu ön plana çıkarıyor burası kesin. İyi-kötü diye tartışmalara da açık. Kötü olduğunu düşünmüyorum fakat üst düzey bir performansta yok hani. Ama film zaten bunu amaçlamıyor. Türkçe’ye Süfrajeler olarak çevrilen kelimenin altında yatan anlam derin.

Emmeline Pankhurst’un (Merly Streep) kadınlara oy hakkı tanınmasına yönelik başlattığı kadın hareketinin bir parçasını izliyoruz film de. Zaten gerçekte de durum bu! Pankhurst tarihsel öneme sahip bir kadın. Hem İngiltere hem de Dünya Tarihi açısından. Elbette onun hikâyesi üzerinde durulmamış fakat burada amacı kavramak yeterli oluyor.

Mulligan’ın canlandırdığı Maud Watts karakteri filmin merkezinde. Sağlıksız koşullarda, 12 yaşından itibaren çalıştığı çamaşırhaneden çıkıp bir anda niye olduğunu bile bilmediği bir şekilde kendisini oy hakkı isterken buluyor. Evli ve çocuk sahibi olan Maud tesadüfen içine girdiği bu hareketten başlangıçta kurtulmaya çalışsa da korkuları zamanla yerini mücadeleye bırakıyor.

Dönemin İngiltere’sini izliyoruz. Dekor, kostüm ve yaratılan atmosfer için denecek pek söz yok. Gayet başarılı. Filmde oyunculukların öne çıkmadığını söylemek mümkün. Maud dışında hikâyesine dâhil olduğumuz bir karakter yok. Hatta şöyle diyebilirim, her karakterden bir parça bir şey var ve bu parçalar ortak bir bütünü/bedeni oluşturuyor.

Kadınlar dayak yiyorlar, kadınlar hapse giriyorlar. Kocalarının izni olmadan sokağa adım atmaları yasak, çocuklarının üzerinde herhangi bir hakları yok. Maud içine girdiği şeyin belki tam farkında değildi ancak mücadele onun için her an biraz daha anlam kazandı. Çünkü hem geçmişte yaşadıkları hem de her şey gözünün önünde yaşanırken, kendisinin ses çıkarabileceği tek alanın bu olduğunu fark etti. Daha çok içine dâhil oldu!

Film gerçek bir hikâyeye dayandığı için zaten bir sıfır önde başlıyor. Yönetmen Sarah Gavron açıkçası iyi bir iş çıkarmış. En azından böyle bir hikâye, bir kadının gözünden izlenilmeliydi. Ben öyle düşünüyorum elbette.

Filmden çıktığınızda aklınızda “deli sorular” olmaz ancak biraz düşünmek isteyebilirsiniz. Özellikle finalde akan hangi ülkenin ne zaman oy hakkı tanıdığıyla ilgili yazıya bir bakın. Ana hikayeyi besleyen yan hikayelerin sahiciliği ve yalınlığıyla gayet akıcı bir film olduğunu düşünüyorum. Vizyondayken izlenmesi, kaçırılmaması tavsiye olunur…

Bu yazı daha önce radyozimbirti.org'da yayınlanmıştır.

Yorumlar