Güneşin yüzünü
bir gösterip, bir kaybolduğu, artık baharı ha geldi ha
gelecek diye beklediğimiz günlerdendi. Gündüzler her
an biraz daha uzarken, içim kararıyordu yavaşça. Terk
edilmişlik hissi bünyede sarmalanıyor, yalnızlığın insanı
delirten yoğunluğu gittikçe artıyordu o bahar da. Ne
yapacağını bilmeyen, bilemeyen kaybolmuş bir insan daha dünyaya
“merhaba” demişti artık. Kuyruğunu kovalayan köpek gibi
aynı yerde dönüp duran bu insan artık yere yığılmayı
bekler gibiydi. Zevkin bedensel hazlardan öteye gidemeyeceğine
olan inancı fazlaydı ve hatta zevkin var olabileceğine bile
inanmıyordu desek, yanlış olmaz.
Günleri birbirinin
aynı, sıradan demek bile sıradan hale gelecek kadar sıkıcı,
bunaltıcı ve iç karartıcıydı. İçtiği sigarayı
bile bitiremiyor, hemen söndürüyor ama öylesine
keyifsiz ve ne yaptığını bilmez bir halde ki yenisini yakmak çok
da uzun sürmüyordu. Parmaklarının arasında duran, ateş
saçan tütün yığını, küllerini yere
savurmaktan hiç çekinmiyor. O ise buna kayıtsız bir
seyre dalmış, ayaklarını uzatmış derin nefeslerle anı
geçiştiriyordu. Evet öyleydi. Yaptığı şey yaşamak
değil, “anı geçiştirmekti.”
Yorumlar